The Interviewees

Herve Georgelin | Pelin Böke | Alex Baltazzi | Axel Corlu | Philip Mansel | Antony Wynn | Fortunato Maresia | Vjeran Kursar | Christine Lindner | Frank Castiglione | Clifford Endres | Zeynep Cebeci Suvari | Sadık Uşaklıgil | İlhan Pınar | Ümit Eser | Bugra Poyraz | Oğuz Aydemir

İlhan Pınar Mülakatı, Ocak 2016 - English

1- 1750’lerde İzmir için ilk yerleşik Almanlar’dan Bay Mann -Papaz Stefan Schulz’un aktardıklarına göre- Türklerle yapılan savaşta esir düşmüş ve köle olarak bir Rum’a satılmış. Sizce bu hikâye inandırıcı mıdır? Osmanlı’da gayrimüslimlerin köle tutma hakları var mıydı?

Elbette… Osmanlı toplum düzeninde kölelik Orhan Bey zamanında başlamış ve Sultan Abdülmecit dönemine kadar devam etmiş (1847) bir uygulamadır. Kölelik, bu uzun süreçte kendi içinde değişiklikler göstermiştir. Köleliğin kaynağı genel olarak savaş esirleri olmuştur.

Osmanlı İmparatorluğu’na İslâmiyet’ten geçen “Âzadlık” kurumu sayesinde köleler özgürlüklerine kavuşabiliyorlardı. Bu konuda üç yöntem bulunmaktadır. Birincisi, efendisi köleye “ben öldükten sonra hürsün” derse; ikincisi, efendisi köleye daha sağlığındayken “bundan sonra hürsün” derse; üçüncü ve son olarak da kölenin efendisiyle anlaşması neticesinde bir bedel ödemesi sonucunda hürriyetine kavuşabiliyordu.

Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nda köleliğin belli bir süresi vardı. Belirlenen süreler sonunda köleler özgürlüğüne kavuşabiliyorlardı. Sarayda ve toplumsal hayatta beyaz köleler dokuz, siyah köleler ise yedi yıllık çalışmalarının sonucunda azatlık kâğıdı almaya hak kazanıyorlardı.

Sorunuzun cevabına gelince evet, gayrimüslimler köle sahibi olabiliyordu. Hatta gayrimüslimlerin Müslüman köle alıp-satması yasak olmasına rağmen bunun yapıldığını görüyoruz. Gayrimüslim Osmanlı tebaasının gayrimüslim köle alıp-satmasında ise bir kısıtlama zaten yoktur. Dolayısıyla Bay Mann ile ilgili Stephan Schulz’un aktardığı bilginin doğru olmaması için hiçbir neden yoktur.

2- “Alman” olarak tanımlamanın kendine has sorunları var mı? Örneğin Protestan, Katolik ayırımı ve Katoliklerin şehirde var olan Avusturya himayesinde olan kiliseler gibi?

Osmanlı İmparatorluğu’nda “Alman” isminin kullanılması için 1871 yılını beklemek gerekecekti. Bu tarihe kadar daha çok kullanılan isimler “Prusya” ve “Prusyalı” idi. Alman isminin kullanıma girmesinde Theodor Fliedner’in rolü büyük olmuştur. Fliedner’in İzmir’de açılmasına öncü olduğu “Kaiserswerther Diakonie”ye bağlı Alman Kız Okulu ve Yetimhanesi önemli bir kurumsallaşma olmuştur. Ancak asıl dönüşüm, İzmir’de Alman isminin daha güçlü telaffuz edildiği dönem, 1871 Alman-Fransız Savaşı’ndan Almanların galibiyetle çıkmasından sonra olmuştur. O kadar ki, bir süreliğine de olsa, Doğu’da Fransızca yerine Almanca popüler olabilmiştir…

Almanların İzmir’de güçlü olamamalarının bir başka nedeni de şehirdeki nüfuslarıdır. 19. Yüzyıl ortalarında 40 civarında Alman ailenin İzmir’de yaşadığını biliyoruz. Nüfusun az oluşu şehirde Alman varlığının kendi içinde kapalı kalmasına yol açmıştır. İki defa cemaat kurmalarına rağmen ancak 1906 yılında kilise sahibi olabilmişlerdir. Katoliklerin durumu ise farklıdır. Erken dönemde sahip oldukları kiliseler (Sen Polikarp, Santa Maria vb.) ve 1815’ten sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun güçlü olarak sahneye çıkması ve Katoliklerin Avusturya tabiiyetine girmesi, durumu farklılaştırır. Oliver Jens-Schmidt’e göre İzmir’de Avusturya tabiiyetinde yaklaşık 5 bin Katolik bulunmaktadır.

3- İlk Prusya ya da Hanseatic Konfederasyonu ile ticari anlaşma ve akabinde İzmir konsolosluğu ne zaman imzalandı, açıldı? Bundan evvel şehirdeki Almanların kapitülasyon ayrıcalığını tanıyabilecek bir ülke temsilciliği var mıydı?

Osmanlı-Prusya ilişkileri 18. Yüzyıl’a dayanmaktadır. İlginçtir, ikili ilişki bu kadar eskiye dayanmasına rağmen, Almanların İzmir ile ilişkileri 19. Yüzyıl ortalarından itibaren başlar. Bu konuda etkili olan isim, 1851’den itibaren İzmir’de Prusya Konsolosu olarak bulunan Ludwig Spiegelthal’dir. Yanı sıra Kuzey Almanya Birliği’nin de kentte temsilciliği bulunmaktadır.

Spiegelthal, İzmir’de Alman kolonisinin inşasında ve kurumsallaşmasında önemli katkılar koymuş bir isimdir. Alman Kız Okulu’nun açılması ve İzmir’de ikinci defa Alman Cemaati’nin kurulması Spiegelthal döneminde ve onun katkılarıyla gerçekleşmiştir.

4- 1851’de İzmir’e gelen Theodor Fliedner şehirde ilk Alman kız okulunun açılmasında öncü rol oynayan şahıstır. Bu şahıs hakkında ne kadar bilgimiz var ve cemaatin erkeklerinin bu dönemde hangi okullara gittiği hakkında bilgimiz var mı?

Theodor Fliedner, bir papaz olarak sanayi toplumundaki aksayan yanları görmüş ve inancının bu alanda hizmet vermesi gerektiğine inanarak “Kaiserswerther Diakonie” yapısını kurumsallaştırmıştır. Önce bu yapıyı yoksullar ve dezavantajlı gruplar için Almanya’da yaşama geçirmiş, daha sonra Doğu’da bu yardım kurumunun temellerini atmaya çalışmıştır. Bu amaçla çıktığı Doğu yolculuğunda İzmir’e de uğramış ve az sayıdaki Alman’ın ve daha çok İzmir’deki Hollandalıların talebi üzerine burada Alman Kız Okulu’nun kısa sürede açılmasına öncülük etmiştir.

Erkek çocukların 10 yaşına kadar bu okula devam edebildiğini söyleyebilirim. Bunun bir sorun olduğu kısa sürede ortaya çıkmış ve bu amaç doğrultusunda girişimler olmuştur. Sonuçta açılan “Deutsche Knabenschule” ile bu sorun çözülmüştür.

5- Vital Cuinet’in 1890ların başında yayınladığı “La Turquie d’Asie” adlı istatistik kitabında İzmir’e gelen Almanların rakamlar ile hangi iş kollarında faal olduğunu gösteriyor. Bunlar için detay verebilir misiniz?

İzmir’in 19. Yüzyıl ortalarından itibaren altyapı yatırımları açısından cazibe merkezi olması, sermayenin de kente olan ilgisini arttırmıştır. 1880’lere kadar kentin ticareti üzerinde mutlak hâkimiyet İngilizlere aittir. Ancak bu tarihlerden itibaren, gerek Alman Birliği’nin kurulması gerekse Alman çelik endüstrisinin gücü Osmanlı üzerindeki Alman nüfuzunun da artmasını beraberinde getirmiştir. Özellikle Kayzer II. Wilhelm’in “drang nach Osten” politikasıyla Sultan II. Abdülhamit’in İngiliz ve Rus baskısından kurtulma arayışları iki ülkeyi birbirine yaklaştırmıştır.

Bu yaklaşmanın sonuçları İzmir’de de görülmüştür. 19. Yüzyıl ortalarında 40-50 civarında olan İzmir’deki Alman nüfusu, aynı yüzyılın sonlarında 500’e ulaşmıştır. Bu sayısal artışı kentteki İngiliz ve Alman ticaretinin Almanlar lehine artarken İngilizlerin aleyhine nasıl azaldığında gözlemlemek mümkündür.

Porselen, cam, mobilya, piyano, kumaş, pamuklu ürünler İzmir’deki Alman tüccarların belli başlı sektörleriydi. Fakat İngilizlerle rekabet her alanda kendini göstermekteydi.

Eğer İzmir’de gastronomi sektöründen söz edeceksek, Almanları anmadan olmaz. Bu alanda Almanlar İzmir’de damga vurmuştur. 19. Yüzyıl ortalarında Prokopp ailesinin İzmir’de bira fabrikası açması, 1860’larda cafe kültürünün İzmir’de gelişmesinde etkili olan “Cafe Hoffmann”, Ignatz Müller’in Tepecik’te işletmeye aldığı şarap fabrikası, “Hotel Kraemer” ve elbette “Grand Hotel Huck”, İzmir’de gastronomi sektörünün Alman kuruluşları olmuştur.

6- 1872 yılında Viyana’da düzenlenen Dünya Ekonomi Fuarı için Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, İzmir’deki Başkonsolosu Karl von Scherzer’den İzmir’le ilgili bir rapor dâhilinde 1853 yılında Prusya Konsolosluğu öncülüğü ile kurulan Diyakozevi’ne bağlı olarak eğitim veren Kız Okulun’dan bahseder ve hem değisik topluluklardan gelen öğrencilerden hem de değişik lisanların öğretildiği öğretmen istatistiklerini verir. Sizce bu çoğulcu sistem Osmanlı gayrimüslimleri için eğitim alanında normal bir yansıma mıydı yoksa İzmir’in kozmopolit yapısı olduğu için sadece bu bölgeye mahsus bir olay mı idi?

Osmanlı toplumsal yapısı millet sistemi esasına göre şekillenmiş bir yapıya sahipti. Cemaat temelli bu yapı içinde her millet kendi kurumlarını oluşturuyordu. Eğitim de bu kurumlardan biriydi. Batı Avrupa milletlerine mensup olanlar da, ülke yönetimlerinin Osmanlı İmparatorluğu’nda sahip olduğu imtiyazlar çerçevesinde kurumsal ilişkilerini düzenlemekteydiler. Yani bu durum sadece İzmir’e özgü değildi. İzmir’de bu tür kurumların çokluğu ve dikkat çekmesi, İzmir’in liman özelliğinden kaynaklanan bir durumdur. Benzer durum, Beyrut, İskenderiye, Selanik gibi kentler için de geçerlidir.

7- 1759’dan itibaren Alman pastörler (herhalde Protestan?) listelerini araştırmalarınız ile çıkartmışsınız. Bunları kim maddi olarak destekliyordu ve hangi bina / kiliseleri kullanabiliyorlardı, bilgimiz var mı?

Evet, İzmir’de ilk Alman Cemaati’ni kurması için görevlendirilen Christoph Wilhelm Lüdeke’nin şehre geliş tarihi 1759’dur. Cemaatin ikinci defa kuruluşu ise 1857’dir. Her iki kuruluş süreci de İzmir’deki Hollandalıların isteği doğrultusunda gerçekleşmiştir.

Birinci cemaat için iki ana destekleyici vardır. Birisi Danimarka Kralı, diğeri ise Danzig (Polonya) Cemaati’dir.

İkinci cemaat için Prusya Kralı IV. Friedrich Wilhelm ve Gustav Adolf Verein/Derneği, önemli finans desteği sağlar. Şehirde bulunan 47 Alman ve İsviçreli de hem tüzük oluşturmada hem de yönetim oluşturmada destek olur.

Birinci cemaatin ibadethane olarak genellikle evleri kullandığını görüyoruz. Kilise sahibi olamayacakları için bu sorunu kiraladıkları evleri kiliseye çevirerek çözmüş görünüyorlar.

İkinci cemaatin işi biraz daha kolay. Öncelikle Alman Kız Okulu, Pazar ayinleri için düzenlenerek ibadethaneye dönüştürülüyordu. Ancak ortaya çıkan sorunlar, cemaatin Hollanda ve İngiliz kiliselerini kiralamasına yol açmıştır. Uzun yıllar kilise inşa etmek için çabalayan İzmir Alman Cemaati, nihayet Kayzer II. Wilhelm ile Sultan II. Abdülhamit’in yakınlaşması üzerine kilise sahibi olabilmiş ve 1906 yılında kiliselerine kavuşmuşlardır. Ancak bu kadar uzun süre sonunda sahip olunan kilise 1922 yılındaki büyük yangında yanmıştır.

8- Araştırmalarınıza göre İzmir’de Almanların ilk cemaatleşme çabalarına 1750’li yıllarda rastlanıyor, ama 1800’lü yılların başına kadar devam eden cemaat yapısı bu tarihten sonra dağılma gösteriyor. Sizce bunun nedeni ne idi?

Tabi burada ilginç bir durum var… Çünkü ilk cemaatin kuruluş aşamasında yani 1750’li yıllarda şehirde Alman bir koloni yoktur. Sadece Hollanda Konsolosluğu’nda görevli olan Bay Mann adlı Alman bulunmaktadır İzmir’de. Birinci Alman Cemaati, Almanlar tarafından kurulmuştur ama –Lüdeke’nin aktardığına göre- cemaatin çoğu Hollandalıdır!

Cemaatin 1806 yılından sonra izinin kaybolması, cemaatin istikrarsızlığına bağlı diyebilirim. Zaten ilk iki pastörden sonra Martin Weinrich öncesi ve sonrasında görevli pastör bulmak konusunda sıkıntılar yaşanmıştır. Son pastör olan J. F. Usko ise 22 yıl bu görevde kalmasına rağmen, Danzig Cemaati’nin maddi yardımı kesmesi sonucu cemaati tasfiye eder. İngiltere’deki yeni görevine giderken, Hollanda Konsolosluğu’nda bulunan kilise defterine bu gelişmelerle ilgili notları düşer.

9- 1916 yılında İzmir’de kurulan “İzmirli Alman Kadınlar Yardım Cemiyeti”nin maksadı ne idi ve üye listesi bu kurumun ne derecede değişik etnik grupları kapsayıcı olduğunu gösteriyor sizce?

İzmirli Alman Kadınlar Yardım Cemiyeti, 1. Dünya Savaşı sırasında tamamen savaşın ortaya çıkardığı olumsuz sonuçları biraz olsun hafifletmek ve şehirde yaşayan Alman kadınlar olarak dayanışma göstermek amacıyla savaş sırasında kurulmuş bir dernektir. Aslında çok fazla bir etnik kapsayıcılığı var, diyemeyiz. Genel olarak İzmir’de bulunan Alman kadınları ve bu gruba sempati ile bakan küçük bir kesimi içine almaktadır dernek. 1916 yılı faaliyet raporundan okuduğumuz kadarıyla savaş mağduru asker ve sivillere destek olmak amacıyla kermesler düzenlemiş ve üyelerinin ürettikleri ile katkıda bulunmaya çalışmışlardır.

10- 1906 yılında inşa edilen İzmir Alman kilisesi nerede idi ve ismi ne idi?

Kilisenin yeri, günümüzdeki Efes Oteli’nin arkasında, İl Sağlık Müdürlüğü’nün otele yakın köşesinde yer alıyordu. Kilisenin burada inşa edilmesinin bir nedeni de Alman Kız Okulu’nun aynı sokak üzerinde olmasıydı. Kilise Aziz Yuhanna (Heilige Johannes) adıyla anılıyordu.

11- İzmir’deki “Deutsche Verein” (Alman Kulübü) tarihi ve üyeleri hakkında ne kadar bilgimiz var acaba?

Doğrudan kulüp üyelerine dair bir liste elimizde yok. Ancak İzmir’de yaşayan Almanların kimler olduğuna dair birçok liste bulunmaktadır. Bunlar arasında Kilise yönetim kurulu üyelik listeleri, kilise inşası için toplanan bağış listesi ve İzmirli Alman Kadınlar Yardım Cemiyeti üye listesi bize İzmir’de hangi Alman ailelerin yaşadığını çok açık olarak göstermektedir.

Alman Kulübü ise, İzmir’deki Alman kolonisinin hem kültürel hem de ticari dayanışmasının bir ihtiyacı olarak ortaya çıkmış bir yapıdır. Malte Fuhrmann’ın deyişiyle, İzmir’in promenadında kuramadıkları yaşamın tezahürüdür.

12- Almanların Birinci Dünya Savaşı evveli ve sırasında Osmanlı hükümeti üzerinde şüphesiz büyük bir politik ve askeri nüfusu vardı. Sizce bu yakınlık savaş sonrası İngiliz vs. müttefik güçlerin bu toplumda yaşayan siviller dâhil yurtlarına göçe zorlanmasını kaçınılmaz bir hale mi getirdi? Bu dönemden sonra Türkiye’ye geri dönen Almanlar hakkında bir bilgimiz var mı?

Evet, savaşın sona ermesinden sonra savaştan mağlup olarak çıkan Osmanlı ve Alman imparatorlukları tasfiye sürecine girdi. Osmanlı’nın son zamanlarında ve savaş sırasında Osmanlı üzerinde Alman nüfuzunun bariz olarak arttığını söylemek mümkündür. Bu nüfuz artışı askeri ve ekonomik alanda belirgindir.

Savaş sonunda imzalanan Mondros Ateşkes Anlaşması yürürlüğe girdi. Savaşın galibi olan İngilizler, mütarekeyle birlikte Osmanlı topraklarındaki tüm Almanların ülkeyi terk etmeleri koşulunu uygulamaya koydu. Buna göre, ülkedeki tüm Alman varlığı kurum ve kuruluşlarıyla birlikte tasfiye edilecekti. Yaşlı ve hasta oldukları için seyahat edemeyecek olanlar hariç tüm Almanlar ülkeyi terk etti. Konsolosluk arşivini ve işlerini İzmir’de İsveç Konsolosluğu devraldı. Kilise, Rum Protestan Cemaati’ne, pastör evi Musevi Hekim Margoulis’in ailesine ve Kız Okulu/Diyakoz binaları ise “Presbiteryen American Board of Commissioners for Foreign Mission”a kiralandı. Almanların kentte görülmeye başlandığı tarih, konsolosluk hizmetinin yeniden devreye girdiği 1924 yılından itibaren olmuştur.

Mülakat soruları Craig Encer.

İlhan Pınar 1958’de Selçuk / İzmir’de doğdu; lise tahsilini İzmir’de tamamladıktan sonra 1980 yılında Berlin’e gitti. Burada bir süre makine teknisyeni olarak çalıştı ve çevirmenlik yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra Anadolu Üniversitesi’nde iktisat bölümünü bitirdi. Özellikle seyyahlar, seyahatnameler ve 16. Yüzyıl’dan itibaren Türklerle ilgili Avrupa’da yayınlanmış kitaplar üzerine araştırmalar yapmaya; İzmir, Anadolu ve Türklerle ilgili Avrupa’da yayınlanmış seyahatname, monografi, seyahat rehberi, araştırma, inceleme, harita, gravür, illüstrasyon toplamaya başladı.

80’li yılları araştırmayla geçiren Pınar, 90’lı yıllarda bu araştırmaların sonuçlarını yayınlamaya başlamıştır; Bugüne kadar 7’si İzmir Büyükşehir Belediyesi Kent Kitaplığı dizisinden olmak üzere 26 kitap yayınlamış ve 10 ciltlik İzmir Kent Ansiklopedisi’nin “İzmir’in İdari ve Mahalli Yer Adları” adlı 2 kitaptan oluşan cildinin eşkoordinatörlüğünü (Yaşar Ürük ile birlikte) yapmıştır. Konstantıniyye Haberleri, Tarih ve Toplum, Toplumsal Tarih ve Kebikeç gibi süreli yayınlarda çok sayıda yayınlanmış yazısı bulunmaktadır. Kilizman Yayınevi’nin sahibidir ve kentyasam.com yazarıdır.

İlhan Pınar makalesi ‘Osmanlı Dönemi’nde İzmir’de Bir Cemaat: İzmir’de Alman İzleri’ | eski İzmir Alman Kulübü görüntüleri | eski Alman Kız Okulu / Diyakoz Evi